20100808

"Eğer dış dünyayla mükemmel bir uyum içinde olmamanın, insanoğlunun hayal gücünü tetikleyen biyolojik donamınının bir parçası olduğunu kabul edersek, en başarılı yaratıcı düşleri olanların, kendi içsel gerilimlerinden güdülendiklerini de görmek de şaşırtıcı değildir."

Anthony Storr
Öteki Peygamberler


18 yorum:

Pink Freud dedi ki...

"Karınız iyi çıkarsa mutlu olursunuz,yok fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz." demiş Sokrates
Güzel de yapmış.

Burak Özkan dedi ki...

Ahaha; evet. İlk duyduğumda da çok gülmüştüm.

Ama öte yandan buna biraz biraz kafa yormaya başladım. Yani, bunun aksinin mümkünatı yok mu? Biyolojik olarak bir tek öyle mi gelişmişiz. Yalnızken düşünür, birlikteyken eğleniriz gibisinden. Ama bir de şu var ki; sosyal açıdan makro ölçekte -bu tabiri sonunda ben de kullandım :D- böyle bir şeyin gerçekleşmesi zor olsa da, 'benim ilham kaynağım' dedikleri insanlarla yaşayanlar, motivasyonları onlardan alıp, ortaya güzel şeyler koyabiliyorlar. Yani illa ki yalnız olmak gerekmiyor ama o yalnızlığın önüne geçebilmek için de 'özel' denen kişiyi bulmalı falan filan.

Pink Freud dedi ki...

Yorumuma herkesin "o özel kişiyi" bulması dileğiyle başlıyorum:p
Zaten hep yalnızsak insanları gözlemleyemediğimiz ve bi çok duygudan mahrum kaldığımız için ortaya felsefik veya sanatsal bi şey çıkmaz çıksa bile makro ölçekte sübjektif olur:D
Ama insanlar toplum içindeyken de bireyselliğinin yani yalnızlığının farkındaysa 2si bi arada tadında olur. Zeka ve yetenek de işin içine girerse işte 3'ü bi arada ta ta ta!:D

Burak Özkan dedi ki...

Makro ölçekteki subjektiflik güldürdü valla beni; çok doğru. E zaten, bu ölçeğin içinde olan bir insan da, bu ölçeğin bilincine varacağından -kaçınılmaz olarak- aynı zamanda o sanatı icra etmekten de çekinir. 'Ne gerek var,' der. Peki merak ediyorum, bu da bir geri-çekilme midir? Yani bu durumun da başka bir alternatifi yok mu? Ya yalnız kalıp anlatmayacaksın ya da yalnızlığını alıp topluma karışıp öyle anlatacaksın ki anlattığın şeyi anlasınlar falan filan. Ama şunu sormayı çok seviyorum, başka bir olay da var. Mesela ben, çok yalnızlık çeken bir adamın filmini izliyorum -Synecdoche, New York' u tavsiye ederim-, e haliyle bu filmi çeken adam da, o yalnızlığı çeken adamın duygularını hissediyor veya senaristi ama yönetmen de işin içine dahil oluyor isteyerek. Sanmıyorum ki yalnız bir adamın filmi ticari kaygıyla çekilsin; neyse, devam edeyim: Peki bu yönetmen, o filmi nasıl olur da çekiyor, o tür bir subjektif durumu hangi 'arzuyla' o kadar zahmetle ve koca bir ekiple filme aktarıyor; en çok bunu merak ediyorum. Bu bağlamda en önemli sorum şu: İnsanın, düşüncelerini paylaşmaya duyduğu arzu, neye dayanıyor? Hangi amaca?

Eğer, 'rahatlamak için' diyeceksen, deme; çünkü başka bir şey var ortada, eminim.

Pink Freud dedi ki...

Tabi ki o kadar basit bi açıklamada bulunmıycam.d
Kollektif bilinçaltını mutlaka biliyorsundur. Bi de bunun morfik rezonans boyutu var.
İşte hepsi aynı temele dayanıyor, yoğun duyguları eğer yüzeye çıkarmazsak en derine itmemiz gerekir.
En derine itildiğinde de nevrozlar psikozlar oluşur.
Yani ruh sağlımızı korumak için anlatmak zorundayız. Resim yaparak, yazı yazarak veya dans ederek.
Bu bi savunma mekanizmasıdır.

Adsız dedi ki...

bu kitabı duymuştum

Burak Özkan dedi ki...

Morfik rezonans boyut ile ilgili pek bir şey bilmiyorum; az önce öyle bir şeyler okumaya çalıştım ama sözünü ettiğin durum yine de sadece 'bireysel.' Ve yapma dediğim yorumu yaptın aslında; 'rahatlamaya' değindin. Düşünceleri paylaşmak, sanatla ilgilenmek, sadece kişiye özel bir durum mu? Öyleyse şayet, sosyal açıdan pek bir önemi yok diyebiliriz.

Sana bir soru: Bir adam var ve diyor ki: "Düşüncelerimi neden paylaşıyım ki, zaten kimse onları benim idrak ettiğim gibi anlayamaz. Kimse kafamda oluşan o düşüncelerle paralel olarak canlanan anıları, çağrışımları tespit edemez. Ne kadar konuşursam konuşuyum, kişisellikten öteye gidemem." Bu adamı, düşüncelerini paylaşması için nasıl ikna edersin? İçine düştüğü psikolojik durumu da umursamıyor; nevrozlar falan filan. "Ne de olsa," diyor "size kafamdakileri anlatsam da, onları anlayabildiğinize inanmayacağımdan, anlatmış olduğumla kalacağım." Elbette bu her insan için geçerli olan bir durum. Şimdi sen kalkıp da bu insana, düşüncelerini paylaşmaya kalktığı takdirde ortaya çıkacak olan hangi 'sosyal' ve 'bilimsel' verileri sunabilirsin?
"Eğer yaparsan, şöyle şöyle olur," diyebileceğin türden bir şey var mı? Yoksa diyebileceğin tek şey, "Ruhsal sağlığını korumak adına, birileriyle konuşman gerekiyor." mu?

He belki diyeceksin, e eğer herkesin ruhsal sağlığı sırf bu sebepten bozulursa ne olur? Haklısın, bu açıdan herkes birbiriyle konuşmalı vs. Ama sadece ruhsal sağlığuı korumak adına mı?

Pink Freud dedi ki...

Rahatlamayı çok hafife alıyorsun bence.d Rahatın karşıtı olan stressin ne lanet bi şey olduğunu yazmama gerek bile yok.d
Ayrıca rahatlama durumu için anlatmak dışa vurmak gerekir ama "anlanmak" gerekmez.
Bahsettiğin sevgili huysuz adamımız da günlük yazarak rahatlayabilir yani burda önemli olan göndericinin iletisi, alıcısı değil.
Ayrıca içine düştüğü durumu umursamıyorsa zaten pek yoğun duygu yaşamıyordur ve dışa vurması da gerekmez.
Artı evet sosyal açıdan bi önemi yok bence. "sanat için sanat".

Burak Özkan dedi ki...

Sana düşen cevabı verdin. Gerçi, içine düştüğü durumu umursamadığı için onu yoğun duygulardan mahrum bırakman pek doğru olmadı -özellikle ileride psikolog olmak istiyorsan :)- ama yine de şu durumda pek bir önemi yok.

Pink Freud dedi ki...

Umursamazlık duygu uyuşturulmuşluğu ya da duygu azlığından kaynaklanıyor sonuçta.
O bahsettiğin adam da 2. durumdakine benziyor, duygu yoğunluğundan mahrum bırakmam yanlş olmadı bence .d

Burak Özkan dedi ki...

Evet, o açıdan haklısın ama ben olaya şöyle de bakıyorum; hani 'hissizleştim' denilen bir durum vardır.

Bana kalırsa -fazla romantik gelebilir- bu daha çok, hislerin kendilerini saklamasından kaynaklanıyor, daha fazla zarar görmemeleri için. Bu yüzden o adamı duygu yoğunluğundan mahrum bırakınca, sanki öyle duyguları yokmuş gibi geliyor ama bu insanın, birden bire sinirlendiğini görebilirsin ama 5 dakika sonra sinirlenmiş olduğunu umursamaz. Bu, onun duygulara sahip olmadığı anlamına gelmez; kendi duygularına karşı tavrını ortaya koyar. Arada 'anlam' farkı var. Hatta duygularını göz ardı ettikçe de, duygular daha da yoğunlaşır çünkü boşalmak ister. Ama adam, önceki yorumlarda sözünü ettiğim sebeplerden ötürü bundan çekinir. Ayrıca sosyal açıdan bir önemi yok demiştin, buna inanıyor olmana da inanmıyorum. İnsan bunun bilincinde olduğu halde konuşmaya devam etmez. İşte ben bunu soruyorum. Çünkü cevabını kendim de bilmiyorum; eğer dediğin gibi ikimizin konuşuyor olmasının rahatlamamız dışında -ki çok da rahatladığımı söyleyemem- bir sebebi yoksa, bunun pek de bir önemi yok.

Burak Özkan dedi ki...

Ha bir de, durum itibariye kadın-erkek ilişkisi mevzusu var. Ama o açıdan bakınca da, kendi adıma çok üstünde duracağım bir mevzu değil. Ama illa ki bir etkisi vardır.

Pink Freud dedi ki...

İyi de o zaman adam gerçekten umursamaz biri değil rol yapıyor o zaman kendisini ya da başkalarını fark etmez kandırıyor.
Nihilizmle yakından uzaktan alakası yok bu durumun.
Ayrıca ben bloga yazınca rahatlıyorum.d

Burak Özkan dedi ki...

ahah. Nietzsche'den yola çıkarak mı nihilizme vardın; kaldı ki onun için de nihilist dememiz doğru olmaz; kendi varsayıp, kendim düzelttim.

Zaten ben de sana diyorum ki -seni bir psikolog yerine koyarak- böyle adamlarla karşılaşman muhtemel. Kalkıp da onlara, umursamazsan umursama deme. İlk etapda, mesele zaten insanın kendine karşı aldığı tavırla alakalı.

Pink Freud dedi ki...

Nietzsche ne alaka şimdi:D O benim sayfadaki yazıda.
Üstelik o ne varoluşçu ne de nihilist bence.

Burak Özkan dedi ki...

İşte, sen nihilist deyince, direkt olarak oraya yöneldim. Çünkü ben de, adam için nihilist demedim ki.

Pink Freud dedi ki...

Gerçekten boşvermiş birine nihilist diyebiliriz bence ordan çıkardım.d

Burak Özkan dedi ki...

Öf; herneyse, kimse nihilist falan değil, nihilist olan bile nihilizme ilgili duyuyor bir bakıma. Tamam kapansın bu nihilist konuşması.